Ev

Zihnimdeki “ev” kavramına yüklediğim her ne kadar anlam varsa, hepsini birer birer serbest bırakıyorum bu sene. “Ev” önceki anlamlarını yitirdi benim için sanırım. Aslında “yitirdi” diyerek belki de kafa karışıklığına sebep oluyorum bilmiyorum ama bir kayıp değil bahsettiğim. Zihnimdeki “ev”e öyle bir özgürlük, öyle bir hafiflik geldi ki, nasıl bir hafifleme olduğunu dile getirmek için, yazıya dökmek için sabırsızlanıyorum. İnandığıma inanmak için; inandığımdan emin olmak için; inandığımı somut olarak görebilmek arzusuyla.

Artık “ev” dediğim kavram benim için dört duvarlı fiziki bir varlık olmaktan fazlasıyla uzak. Nasıl bir yanılgıysa benimki, içimde bir yerlerde arayıp durduğum evin fiziki olarak inşa edilir/inşa edilmiş bir bütünlük olduğunu sanmışım. Hâlbuki nasıl da emindim. Meğer “ev” benimle her yere gelen bir şeymiş; gayet soyut, üstelik soyut olarak da paylaşılır bir şeymiş. İnsan bırakın bir evde, otelde vs. konaklamayı, bir insanda, bir idealde, bir hayalde bile konaklayabilirmiş. Son bir senede bunu defalarca görmüş ama farketmemişim. (Otelde, aitlik atfedilmeyen bir yerlerde yaşamak üzerine de güzelleme yapasım var ama yeri değil.)

Her şeyi alabildiğine somut sanarken her şey nasıl da alabildiğine soyut – muş.

 

Bundan yıllar sonra da aynı fikirde olur muyum acaba? Belki de yetişkinlik bütün somutluğuyla evlerimi yerle bir eder. Kim bilir…


Bilindik

Hisler üzerine konuşmaya geldim yine. İşim gücüm hisler çünkü. Nasıl hissettiğim üzerine konuşmayı seviyorum. Tanıyıp bildiğim, yeni tanışıp da sevdiğim hisleri beslemeyi seviyorum. Kabullenmekte zorlandıklarımı, misafir etmeyi sevmediklerimi de yazarak, çizerek, benzeterek ruhumdan uzaklaştırmaya çalışıyorum. Neticede soyut bir şeyi somutlaştırmak çabası kendiliğinden, evvelden.

Geçen akşam bir pastanedeydim yakın arkadaşlarımla. Pastane tam bir pastaneydi. Vanilya kokulu, bol meyveli, sarı ışıklı, yaş ortalaması yüksek ve işlek. Cuma akşamı olunca da bir hayli kalabalıktı. Bir ara sohbetimize ara verince etraftaki sesleri farkettim. Haftanın son gününün yorgunluğu üzerimde, gözlerim yarı kapanıyor ve yüzümde arkadaşlarımla olmanın verdiği bir gülümsemeyle etrafa bakıyordum. Bir an için kendimi misafirliğe gidip de uyuyakalmak üzere ama etrafımda olup biten her şeyden haberim varmış gibi hissettim. Nasıl huzurlu, nasıl doyulmaz bir uyur uyanıklık hali, nasıl tanıdık. Herkesin anlatacak bir şeyi var, her masada başka bir konu, her masada yumuşak kekler, taze demlenmiş çaylar ve yer yer susup etrafa göz atanlar. Her masada neler neler. (“Masa da masaymış ha” geliyor aklıma ama o başka bir yazının konusu.)

Birazdan gitme vakti gelecek ama uykum var; saatten haberim yok. Üzerim örtülmüş, sandelyeler birleştirilmiş ve hatta şanslıysam evin çocuğunun yatağına yatırılmışım; koridorun ışığı açık. Güvendeyim, mutluyum. Sessizlik beni çağırıyor, uyku beni çağırıyor ama içeride hayat son sürat, gürül gürül akıyor. Herkesin anlatacak bir şeyi var. Nefes alışverişlerim yavaşlıyor. Her şey olması gerektiği gibi; başka birinin yatağındayım, başka bir yerdeyim ama her şey yerli yerinde. (Bu da ayrı bir his ama o da başka bir yazının konusu; henüz yazmadığım.)


Pastane güzelleme yaşına daha gelmemişimdir değil mi ya? Ya da gelmişimdir belki, kim bilir.