Fazla keskin ama haklı gibi, fakat fazla keskin.
"İnsanın kendine hedef olarak belirleyeceği çok daha muazzam, çok daha kalıcı şeyler varken, bu kadar küçük ve geçici bir şeyden zevk almak ona abes geliyordu. Görkem ve yoğunluk istiyordu. Kendini bir çiçeğe mahkum etmek tehlikeli bir teslimiyetin simgesiydi. Şimdi asıl meseleyi anlamaya başlıyor. Çiçek sevgisi alçakgönüllülüğün ve hüsranla uzlaşmanın bir sonucu. Bir gülün gövdesine veya bir yaban sümbülünün taçyapraklarına hayran olmaya başlamamız için, bir şeylerin sürekli ters gitmesi gerekir. Büyük hayallerden bir şekilde hep taviz verildiğini fark ettik mi, büyük bir minnettarlıkla bu huzurlu mükemmellik ve zevk adacıklarına yönelebiliriz."
Masalar ve takvim yılları
Bir yıl daha bitiyor takvimsel olarak. Bu yıl çeşitli sebeplerle en çok konu başlığının hayatımda yer aldığı senelerden biri oldu. Yoruldum, eğlendim, güldüm, çığlık attım, acilde yattım, kumsalda güneşlendim, hiç bilmediğim kavramlar öğrendim, hiç bilmediğim yerlerde gezdim, hiç bilmediğim şeyler yedim, hiç bilmediğim sınırlarımda gezindim, hiç bilmediğim setler çektim, bazı şeylerin nasıl da ölümcül kıymette olduğunu, bazı şeylerinse nasıl da ehemmiyetsiz olduğunu gördüm...
Herkes gibi ben de ister istemez bu yılı düşünerek uyuyorum şu son günlerde. Aklıma pek çok şey gelse de, bariz bir şekilde gözümün önünden kısa videolar halinde geçen görüntüler var ve bu görüntülerin odak noktası "masalar". Çeşitli insanlarla, çeşitli şehirlerde, çeşitli sebeplerle, çeşitli konuların tabakların, yemeklerin, içeceklerin üzerinde biraz biraz kaldığı masalar... Kimi masalarda şen şakrak, kimi masalarda sulu sepken, kimisinde sıradan, kimisinde öfkeli... Öfkeyi mizaç olarak içinde çok büyüten biri değilim, bunu beni tanıyan herkes bilir. Öfkeden korkarım, hayatımda yer vermem. Fakat bazı masalardan -o an kalkıp gitmediğim masalardan / sorun çıkarmayı sevmediğimden oturup kaldığım masalardan / daha sonra kendime kızacağımı öngöremediğim sofralardan- ayrılamadığım geliyor aklıma ve uyumakta zorlanıyorum.
Bu sene kalabalık sofralar hayal ediyorum yine, şen şakrak, sulu sepken ama neşeden. Bu sene hangi masadan ne zaman kalkacağımı, masaların da, sofraların da terkedilebilir olduğunu bildiğim bir yıl olacak ama ben yine de hiç bir masayı terk etmek zorunda hissetmeyeceğim kadar huzur dolu bir yıl diliyorum.
İnsanın sevdikleriyle / sevdiğiyle özenle kurulmuş bir sofrada bir araya gelmesi güzel şey. Her anı değerli. Değersiz hissediyorsa insan, ya da artık hangi fiille kaplandıysa ruhu, o masayı öylece bırakıp gitmeyi de bilmek gerekiyor belki.
Belki. Çok da emin değilim.
Bir yıl daha bitiyor takvimsel olarak. Bu yıl çeşitli sebeplerle en çok konu başlığının hayatımda yer aldığı senelerden biri oldu. Yoruldum, eğlendim, güldüm, çığlık attım, acilde yattım, kumsalda güneşlendim, hiç bilmediğim kavramlar öğrendim, hiç bilmediğim yerlerde gezdim, hiç bilmediğim şeyler yedim, hiç bilmediğim sınırlarımda gezindim, hiç bilmediğim setler çektim, bazı şeylerin nasıl da ölümcül kıymette olduğunu, bazı şeylerinse nasıl da ehemmiyetsiz olduğunu gördüm...
Herkes gibi ben de ister istemez bu yılı düşünerek uyuyorum şu son günlerde. Aklıma pek çok şey gelse de, bariz bir şekilde gözümün önünden kısa videolar halinde geçen görüntüler var ve bu görüntülerin odak noktası "masalar". Çeşitli insanlarla, çeşitli şehirlerde, çeşitli sebeplerle, çeşitli konuların tabakların, yemeklerin, içeceklerin üzerinde biraz biraz kaldığı masalar... Kimi masalarda şen şakrak, kimi masalarda sulu sepken, kimisinde sıradan, kimisinde öfkeli... Öfkeyi mizaç olarak içinde çok büyüten biri değilim, bunu beni tanıyan herkes bilir. Öfkeden korkarım, hayatımda yer vermem. Fakat bazı masalardan -o an kalkıp gitmediğim masalardan / sorun çıkarmayı sevmediğimden oturup kaldığım masalardan / daha sonra kendime kızacağımı öngöremediğim sofralardan- ayrılamadığım geliyor aklıma ve uyumakta zorlanıyorum.
Bu sene kalabalık sofralar hayal ediyorum yine, şen şakrak, sulu sepken ama neşeden. Bu sene hangi masadan ne zaman kalkacağımı, masaların da, sofraların da terkedilebilir olduğunu bildiğim bir yıl olacak ama ben yine de hiç bir masayı terk etmek zorunda hissetmeyeceğim kadar huzur dolu bir yıl diliyorum.
İnsanın sevdikleriyle / sevdiğiyle özenle kurulmuş bir sofrada bir araya gelmesi güzel şey. Her anı değerli. Değersiz hissediyorsa insan, ya da artık hangi fiille kaplandıysa ruhu, o masayı öylece bırakıp gitmeyi de bilmek gerekiyor belki.
Belki. Çok da emin değilim.
Yol
3 gün önce, 4 gün için evden ayrılıp 13 gün sonra eve döndüm. Kol çantam, sırt çantam ve askıda birkaç kıyafet ile 1.575 km yol gidip, 6 ayrı otel odasında kalıp, olabildiğince plansız, hızla yola çıkarak 3 ayrı şehir gezdim. Bir sürü güzel şey yedim, bir sürü güzel şeyi ilk defa yedim, bozkırda uzunca bir süre hayatta kalmamı sağlayacak kadar deniz kokladım, hiç hesapta yokken, hiç hesapta olmayan şehirlerde ortaokul arkadaşlarımla görüştüm.
Yola çıkmadan önce bir arkadaşıma şöyle demiştim: "Ya ben hep huzuru veya artık her neyi arıyorsam, onu hep evde arıyorum, niye bir kök salma isteği var bende sürekli?" ardından da bu soruyu yine kendim cevaplamıştım: "Belki de sürekli yolda olmam gerekiyordur."
Belki de haklıyımdır. Yolda olmak harika. Yolda olmayı elbette tatmıştım ama plansız olanı ayrı bir güzelmiş. Hadi az eşyayla seyahati yıllardır deniyordum, oluyordu, evet, ama 2 parça eşyayla da seyahat edilebileceğinden emin değildim. Eminim artık. Üstelik çok da pratikmiş. Bir kuru temizlemeci ile kolaylıkla halledilebiliyormuş. Zaten geri kalan her şeye günün neredeyse her saati erişilebiliyormuş.
"Ev" ile bağım kopuyor gibi hissediyorum. Zihnimdeki "ev" ile.
Yollar hiç bitmesin, yeni şarkılar, yeni yerler, eski arkadaşlar, yeni arkadaşlar, yeni lezzetler, yeni sokaklar... Bunu sevdim. Bunu çok sevdim.
3 gün önce, 4 gün için evden ayrılıp 13 gün sonra eve döndüm. Kol çantam, sırt çantam ve askıda birkaç kıyafet ile 1.575 km yol gidip, 6 ayrı otel odasında kalıp, olabildiğince plansız, hızla yola çıkarak 3 ayrı şehir gezdim. Bir sürü güzel şey yedim, bir sürü güzel şeyi ilk defa yedim, bozkırda uzunca bir süre hayatta kalmamı sağlayacak kadar deniz kokladım, hiç hesapta yokken, hiç hesapta olmayan şehirlerde ortaokul arkadaşlarımla görüştüm.
Yola çıkmadan önce bir arkadaşıma şöyle demiştim: "Ya ben hep huzuru veya artık her neyi arıyorsam, onu hep evde arıyorum, niye bir kök salma isteği var bende sürekli?" ardından da bu soruyu yine kendim cevaplamıştım: "Belki de sürekli yolda olmam gerekiyordur."
Belki de haklıyımdır. Yolda olmak harika. Yolda olmayı elbette tatmıştım ama plansız olanı ayrı bir güzelmiş. Hadi az eşyayla seyahati yıllardır deniyordum, oluyordu, evet, ama 2 parça eşyayla da seyahat edilebileceğinden emin değildim. Eminim artık. Üstelik çok da pratikmiş. Bir kuru temizlemeci ile kolaylıkla halledilebiliyormuş. Zaten geri kalan her şeye günün neredeyse her saati erişilebiliyormuş.
"Ev" ile bağım kopuyor gibi hissediyorum. Zihnimdeki "ev" ile.
Yollar hiç bitmesin, yeni şarkılar, yeni yerler, eski arkadaşlar, yeni arkadaşlar, yeni lezzetler, yeni sokaklar... Bunu sevdim. Bunu çok sevdim.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)