diye not almışım defterin arkasına
"...çünkü hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi."
Kütüphanenin cama yakın bir masasında oturuyorum. Barış Bıçakçı'nın Aramızdaki En Kısa Mesafesi'ni yeni bitirdim. Müzik dinlemeyi düşünmüştüm ama vazgeçtim. Barış Bıçak'nın diğer kitaplarını bulmak için üst kata çıktım, elimde Kuzular Vadisi'yle geri döndüm. Üstün Dökmen samimi adam. Kırkbeş dakika sonra dersim var. Kitaplarım ve notlarım bende değil. Masaya oturduğumda arkamdaki kıvırcık saçlı adam benden kalemtraş istedi. Yaşı itibariyle kimsede kalemtraş olmayacağını, en azından ilk denemede bulamayacağını, bilmediğini düşünerek - oldukça acelesi var gibiydi - fazla kalem verebileceğimi söyledim. Nazikçe, hatta fazla nazikçe teşekkür etti. Sonra silgi lazım oldu silgimi verdim. Dilekçe yazıyormuş. Telaşlı. Endişeli. Yemeğe gideceği için benden masasına koymak için kitaplarımı istiyor. Hukuk kitabımı verdim çünkü hukuk kitabı masayı korur. Korusun. Tekrar teşekkür ediyor. Nazikçe, hatta fazla nazikçe.
Bazı insanlar, bazı tanımadığım insanlar, bazı güzel insanlar, bazı yaşı epey var olan kırılgan insanlar. Sesimizi yükseltsek gözümüzün önünde paramparça olacakmış gibi duran insanlar.
Bunlar hep kütüphane. Kütüphaneler şifalı.
bugün kaçıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder